Kızım Özlem Tezcan Dertsiz’in İzmir’de yapılan “Kadın öyküleri kısa öykü yarışması”nda birincilik kazandığı öyküsü:
Uzun uzun adaşını izledi Meriç. Çocukluğundan beri en büyük sırdaşı olan ırmağa, bir salkım söğütün gölgesinden baktı, baktı… Kalbi söz dinlemiyordu bugün, daha önce söylemediği bir şarkı söylüyordu. Susarak anlattı her şeyi. Anladı onu Meriç. Her zaman anlardı zaten. Coşkusuna alkış, hüznüne gözyaşı olurdu. Meriç’lerin ezgileri birbirine karıştı. Siddhartha’yı okumazdan çok önce ırmaklmir’dea konuşmaya başlamıştı. Kitabı okuyunca –yalnız olmadığını anlayıp- kaybolmuştu içinde. Yıllar öncesinden bir arkadaş edinmişti sanki. Daha da bağlanmıştı Meriç’e, Meriç.
Farklı bir gündü bugün. İki müjde aynı anda çalmıştı kapısını genç kızın. Köprünün üstünden şehre doğru ilerlerken hep yaptığı gibi taşlara dokundu. Yüzyıllar önce köprüyü yapan işçilerin, Mimar Sinan’ın heyecanını duydu yeniden. Üzüldüğü tek şey yakında bu kentten gidecek olmasıydı. Her sokağından tarih fışkıran, doğasıyla sarıp sarmalayan, ruhu olan bir kentti burası. Onun çocukluğu, ilk gençliğiydi. Ama şimdi geleceği için bir başka kente gitmek zorundaydı. İstediği bir yolda olmak nasıl da heyecanlandırıyordu… Hem de bir tomurcuk daha vardı kalbinde. Henüz kimseye söylemediği… Yok, yalnızca Meriç’in bildiği… Uzaklardan bir klarnet sesi yayıldı. El ele gezen çiftlere gülümseyerek baktı Meriç.
***
Uzun uzun adaşını izledi Deniz. Çocukluğunun, ilk gençliğinin, kadınlığının tanığı olan denize, Ege’sine baktı, baktı… Kimseye göstermediği yaralarını bir o bilirdi. Hem de şu yaşına gelmişken.
Başkalarının yalanlarını şıp diye ortaya çıkarırken, daha bakışlarından, beden dillerinden doğruyu söylemediklerini anlarken, kendisi nasıl da böyle bir yalanın içinde kalmıştı. Hem de yıllarca. Kalkıp iskeleye yürüdü. Uzun süredir binmemişti vapura. Ev ve iş arasındaki o kısır döngünün kölesi olmuştu o da, pek çokları gibi. Derin bir iç geçirip güverteye çıktı, martılara baktı. Çantasından sabah alıp yarısını bitirebildiği gevreğini çıkardı. Kopardığı küçük parçaları çığlık çığlığa bağıran martılara fırlatmaya başladı. Attığı her parçada daha iyi hissetti kendini. Birden genç bir kızken okuduğu Martı kitabı geldi aklına. Hani ilk okuyuşunda çok küçüktü, anlayamamıştı; birkaç yıl sonra ikinci okuyuşunda tüm taşlar yerine oturmuştu. Jonathan Livingston diğer martılar gibi olmak istemiyordu. Yalnızca karnını doyurmak değildi yaşamak. Nasıl da vurulmuştu okuduklarına. O da farklı olmak istiyordu.
Sonra… Amacına ulaştı sanmıştı. İtibarlı mesleği, kendisine uygun eşiyle kumdan kale kurmuştu. Hayalleri, şiir sevgisi, küçük şehir turları, dost sohbetleri kaybolup gitmişti koşuşturmacaların arasında. Kumdan kalesi de zayıf bir rüzgârla yıkılıp gitmişti işte. Kolayca, düşünmeye bile gerek görmeden…
Vapur iskeleye yanaşıyordu. Deniz, inmeden önce parmağındaki yüzüğü çıkardı, adaşına doğru fırlattı. Hızlı adımlarla Kemeraltı’na yürüdü. Ne çok severdi oralarda kaybolmayı… Bugün de kaybolmaya ihtiyacı vardı. Kendine uzaktan bakmaya, yeni bir anlam bulmaya ihtiyacı vardı.
***
Uzun uzun adaşını izledi Ilgaz. Hiç böyle karşıdan bakmamıştı dağa. Doğumunda sorun çıkmasa gelecekleri de yoktu kente. Şimdi bu parkta kucağında üçüncü çocuğu, kocasını beklerken bakıp durmuştu Ilgaz Dağı’na. Aslında Ilgaz değildi adı. Anneannesi onu büyütürken “ Ilgaz gibi gururlu bu kızın bakışları” demiş, adı da Ilgaz kalmıştı. Bu adı çok severdi. Bunu bildiğinden mi acaba bir kez bile Ilgaz dememişti ona kocası.
Annesini hiç tanımamış, anneannesiyle büyüyüp gitmişti. Arada bir uğrardı babası. Arada bir uğrardı da ortaokuldan sonra liseye gitmek istediğinde, hep gelir olmuştu. Hayır, demek için. Hayır demekle de kalmamış, bir yıl içinde evlendirmişti kızını Hasan Bey. Hayırsızın biriyle hem de. Oysa ortaokulda okuduğu o kitaptaki Feride gibi öğretmen olmak istiyordu Ilgaz. Başka diyarlarda, başka çocuklara dokunsun istiyordu. Ahh keşke…
“ Ayşe! Nereye bakıyorsun?”
Kocasının bağırışıyla bebek de uyandı, ağlamaya başladı.
“ Ilgaz’a bakıyorum,” dedi bebeğini göğsüne bastırırken. Ters ters baktı Sıddık. Evde ben sana gösteririm, bakışı. Bula bula eli dayaklı, ruhu katı, kalbi taş bir adam bulmuştu babası ona. Kendisinden sonra, azıcık büyüyen çocuklarına da başlamıştı Sıddık’ın eli.
“ Senin hastane işleri yüzünden kan ter içinde kaldım. Dağa bakarmış hanımefendi. Kalk, köyün arabası gitmeden. Sustur şunu da.”
Sıddık önde kendisi arkada kenti ikiye bölen derenin yanından yürümeye başladılar. Ne güzeldi, bir elmanın iki yarısı gibiydi kent. Burada öğretmen olsaydım, diye düşündü Ilgaz. Ilgaz Dağı da izleseydi beni uzaktan.
***
Kalabalıktan çıkıp ara sokaklara daldı Umut. Kadıköy’ün tüm ara sokakları dinlendirirdi onu. Zaman, daha yavaş akıp giderdi sanki. Ruhu, bu kentte nefes almıştı. Sarıp sarmalayan bir yanı vardı İstanbul’un. Tüm karışıklığına, kargaşasına rağmen…
Geçen hafta katıldığı eylemi düşündü. Karakolda bitmişti sonu. Öğrencinin ne işi var eylemde, demişlerdi polisler. Gözlerini hepsinin üstüne dikip: “ Benim babam, annemi öldürdü. Daha yedi yaşındaydım. Katılmayayım mı eyleme,” diye bağırmıştı birden. Herkes sus pus olmuş, salıvermişlerdi hemen onu. Salıverilmekten çok başka sözler duymak isterdi oysa. Büyük önlemleri, ciddi yasaları anlatsınlar isterdi. Gözünü her kapadığında yeniden yaşadığı o kötü günü, başka çocuklar, genç kızlar yaşamasın isterdi.
Küçücük bir dükkândan gazete aldı, denize karşı banklara oturdu. Korkarak üçüncü sayfaya baktı. Yaraya tuz basıyordu, biliyordu; ama kurtaramıyordu kendini bu haberlere bakmaktan. Her gün can acıtan,, yürek yakan haberleri defalarca okuyordu.
AYŞE ŞENGÜL BERAAT ETTİ!
Kendisine ve çocuklarına sürekli olarak şiddet uygulayan Sıddık Şengül’ü, kendisine saldırdığı bıçakla öldüren Ayşe Şengül beraat etti. Sanığın avukatı Meriç Poyrazlar, müvekkilinin yaşadığı şiddeti tanıklar ve belgeler eşliğinde mahkemeye sundu. Davanın hakimi Deniz Duru Işık, nefs-i müdafaaya karar verdi…”
Haber devam ediyordu. Fotoğraflarda annesinin yüzünü gördü bir an. Yüreğini değişik bir duygu kapladı. Evet çözüm bu değildi, hiçbir zafere kan sıçramamalıydı. Ama… Umut umutla bir daha okudu haberi. Bir daha, bir daha…
UMUDA KÖPRÜ
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.