16 Mart Öğretmen Okullarının kuruluş yıldönümü nedeniyle:
Ama önce bir şiir:
AKŞAMIN AK SAÇI
Akşamın ak saçında terliksi teri yarının
Ağ örer örümcekler kentin varoşlarında
Aklımda güncel ve yarım uçuşlu kuşlar
Yoksulluğun sessizliğine yuvalanan us
İği gerdikçe geren yüzü yok, sözleri pusuda
Fırınlar birer birer öksürür bacaları
Aksi sedamı gördüm geçmişte kalan yıllar
Yaşamın sırtında yem aranan yoz kışlar
Burjuva seslense de paslanmış asasıyla
İşte burnumun dibindeki son ören
Biri geçiyor yel yerinden virüslü
Dikiş tutmaz yırtıkları sallanır sarkar
Bir tanburun sesiyle ağlar eşdeğer
N.T
Orta boy gözlerinde dip yeşili derinlik
Yaşanan yalnızlıklara ortanca kapak
Bu iki dizenin arkası gelir diye kim bilir ne zaman yazıp unutmuşum buralarda. Yeni başladıklarım bazen bitmiyor. Zamana bırakmak zorunda kalabiliyorsunuz . Sonra sonra zaman silip süpürüyor böylelerini.
Köşe yazılarım da öyle çoğaldı ki,çuvallara sığmıyor. O kafaya geçirilen çuvalları arıyorum… Arıyorum arıyorum da boşa kürek
Ekran sözcüleri ya da dizileri seslendirenler öyle çam deviriyorlar ki, çok zaman güzel dilimiz kendine bile yabancılaşıyor.
Son günlerde, belki de yıllarda öğretmen anlamında “eğitmen” sözü sokuluverdi yaşantımıza. Bunlar bir değil iki değil oldukça sayısal. Bir yamuk ve sinir bozucu söylem de “Ne iş?”…
Yapmayın efendiler yapmayın. Eksen kaymasına yol açmayın hiç olmazsa dilimizde. Bu bozuntuları siz üretirseniz, sıradanlar ne yapsın? Seslendirme ve sunuculuk yapanların. Sözlük, imla kılavuzu ve ansiklopedi… hep ellerinde ya da yanlarında olmalı. Bir çoğuna en son hangi kitabı okudunuz diye sorsanız, nasıl yanıtlarlar, düşünmek bile istemiyorum. Çok bilmişlik yapmakla, dilimizin kovanına çomak sokmak, aynı şey sanıyorum. Buna hakkınız ve yetkiniz yok. Göreviniz dilimizi en doğru ve anlaşılır biçimde kullanmak. Olmalıdır. Bunu beceremeyenlerin kahkahası çok zengin olsa bile oralarda işi yok, olmamalı. En yeteneklisini bulmak, yetiştirmek ve kullanmak… Kurumun ve yöneticilerin görevi bu olmalı. Bu çarpık ve söylemler günlük yaşantımıza geçiveriyor çabucak. Ve rayından çıkıveriyor, günlük konuşmalar bile. “Şu “Ne alaka” sözü de geçerli olmuştu bir zamanlar. Bu denli çarpık bir deyiş olabilir mi?
Gelelim eğitmen ve öğretmen söylemlerine.
Son günlerde “öğretmen” sözü yerine “eğitmen” deyişi yine ekranlarda hız kazan.dı Oysa o başka öteki başka.
Eğitmenler ülkenin okul ve öğretmen açısından en yoksul olduğu yılarda bir çözüm olarak görülmüştür. Çünkü acil olarak öğretmene ve okula gereksinme vardır. Okur-yazar sayısı parmaklarımız kadar azdı.İşlerin yürümesi ve ülkenin kalkınması açısından bu çok önemliydi.
Nasıl yaparız, nasıl ederiz derken bir çözüm bulunur.
Okuma-yazma bilen ve askerliğini yapmış gençler toplanarak kısa bir kurs döneminden sonra “eğitmen” diploması verilir. Ve bu kuşak üç yıllık köy okullarında görevlendirilir. İçlerinden çok başarılı olanlar da çıkar. Köy sorunlarının çözümünde artık onların parmak izi vardır.O arada yetişkinler için de “millet mektepleri açılır. Ve böylece kısa zamanda okur yazar sayısı artar. Sonra Köy Enstitüleri girer devreye. Böylece ülkenin çehresi değişir.
O eğitmenlerin çoğu göçtü gitti. Kalan olsa bile tek tük sanıyorum.Onları bir kez daha ve yeniden anmış oldum böylece. Ölenlere rahmet, sağ olanlara da uzun ömürler diliyorum.Altmışın ilk yılarında bir köy okulunda bir eğitmenle ben de çalıştım. Çoktan rahmetli olan Hasan Taş’ı da vesileyle anıyor bol rahmet diliyorum.
16. Mart Öğretmen Okullarının kuruluş yıldönümünü, emekli bir eğitimci olarak içtenlikle kutluyorum. Çünkü ben de Bu okullarda uzun yıllar çalıştım,. Edirne kız öğretmenden emekliyim.
O marşı bakalım anımsıyacak mıyım:
“Alnımızda bilgilerden bir çelenk
Nura doğru can atan bir Türk genciyim…”