Her nesnenin bir ömrü vardır.
Taşın şu kadar, demirin bu kadar, gümüşün, altının ve diğerlerinin… ömürleri şu kadardır.
Ahşabın (ahşap yapı) ömrü ise ortalama yüz yıldır.
Dün Karaağaçtaki evimden çıkıp otobüs durağına doğru yürürken, biraz ileride İtalyanlardan kalma ve adına LİBORYA’NIN DÜKKANI dediğimiz bir ahşap yapının dozer marifeti ile yıkıldığını gördüm.
Binanın tarihi değeri olup olmadığını bilmiyorum. Ancak o binanın benim yaşamımda önemli bir yeri olduğunu anlatmak isterim:
1956-1957 yıllarıydı. Henüz 12-13 yaşlarında bir çocuktum. Yıkıldığını söylediğim bu bina o yılların güzel ahşap örneklerinden birisiydi. Yarım bodrum kat üzerine oturtulmuş bir ikinci katı daha vardı.
Sözünü ettiğim bu bina, o yılların Karaağacında hizmet veren üç bakkal dükkanından birisiydi. Dükkanın sahibi bir İtalyan aileydi. Ve ben bu dükkanda çırak olarak 5-6 yıl hizmet etmiştim.
O yılların Karaağaç Mahallesinde bu İtalyan aileden ayrı olarak; bir başka İtalyan aile daha vardı. Ve onlar da aynı sokak üzerindeki bir diğer dükkanın sahibiydiler.
Benim çalıştığım dükkanın patronu, benden birkaç yaş büyük olan Benito SANZONİ idi. Diğer bakkalın adı da Natella FARAÇİ idi.
Sözünü ettiğim 1950’li ve 1960’lı yılların Karaağaç Mahallesinde ismini hatırlayamadığım Alman asıllı bir madam ile milliyetlerini bilmediğim iki yaşlı bayan ve bir de Urnik isimli Ermeni kökenli vatandaşlarımız yaşıyordu.
1963 yılında patlak veren Kıbrıs olayları sırasında Yunanistan’la aramızda büyük bir gerginlik yaşanmıştı. O günün şartlarında isimlerini saydığım bu gayrimüslim yurttaşlarımız Karaağaç’ı terk ettiler.
İşte dün yıkılan o ahşap bina, beni yıllar öncesine götürdü. O günleri ve o insanlarla birebir yaşadığım anıları anımsattı.
Edirne’de gördüğümüz ve ömrünü tamamlamakta olan nice yaşlı ahşap binaların bilmediğimiz kim bilir ne hikayeleri vardır?