EMEKLİ BİR ÖĞRETMENİN ANILARINDAN…

Mesleğimin bir anısını anlatmanın doğru olacağını düşündüm, öğretmenler günü için.

Önce, ilkokulum ve ilk öğretmenlerim çıktı karşıma. Çocuk sevincimde erişilmezliğe erişen bu insanlar acaba, masallardaki devler miydi? Diye çok düşündürdü beni, uzun uzun..

Bu düşünceler, duygular ve sezgiler “Ben de öğretmen olacağım” olgusuna taşıdı beni.

Çok sevdiğim iki şeyden biri çiçek, biri çocuktur. Çiçeklerdeki renkleri doğallığını, duruluğunu, parlaklığını çocuk yüzlerinde bulmuşumdur hep. Onların iyi birer insan olarak yetiştirilmelerinin, sağlıklı, güler yüzlü toplumların oluşacağı bilincine daha sonraları varmıştım. Nerede bir okul açılsa orada güneş yeni doğmuş gibi gelirdi bana. Nerede hiç okul yoksa oralarda hiç güneş doğmayacak sanırdım.

Ülkenin en karanlık, en ücra köşelerine ışık, aydınlık taşıma görevi ne kutsal bir görevdi. Bu görevi omuzlamak ise kolay değildi. Peki, kim taşıyacaktı bu meşaleyi?

Doğayı tanımanın, onunla uğraşmanın, uzayı keşfetmenin belli koşulları vardı. Ama iyi insan yetiştirmenin koşulu yalnızca özveri ve sevgi olabilirdi.

Mesleğin özellikleri Başöğretmen Atatürk’ün ilke ve devrimleriyle bütünleşince, karşı koyulmaz bir istekle başladım öğretmenliğe. Çocuk sevgisiyle yoğruldum her saat Bahçemde her zaman çocuk gözyaşlarının çiçek açması için çabaladım yıllarca. Onları yeniden gözyaşına dönüştürmemek için elimdeki gereçlerle suladım, süsledim bahçelerimi. Üzücü anlarım, kederli günlerim olmadı değil…Ancak bunların tümünü küçücük çocuk sevinçlerinde, gençlerin enerjisinde eritmesini bildim.

Şiire dönüştü bu coşku sonra sonra. Mesleğimin çocuk sevinçlerindeki pırıltılarını şiirleştirmeye başlamıştım bile. Çocuk sevgisini yeşertme, meslekle bütünleştirmek istiyordum. Ülkemin tüm çocuklarına erişmek, hepsinin sevgisini paylaşmak ve onların sevgisinde sonsuzlaştırmak istiyordum.

Başarabilmiştim.

İşte ilk şiirlerim yıllar süren uğraştan sonra yayımlanmaya başlamıştı. Dergilerde, kitaplarda… Kolayını bulsam şiirlerimi tüm çocuklara ve meslektaşlarıma tek tek okutma isteğine kapıldım sonra. Ama biliyordum; bu hem bencillik olurdu, hem de olası değildi. Mümkün olanı yaptım ben de… Şiir yazmayı bıkmadan, usanmadan sürdürdüm.

1983-1984 öğretim yılında ilimizde kutlanan Öğretmenler Günü benim için unutulmaz, mutlu anlarla dolu.

O gün 24 Kasım Öğretmenler Günü’ydü. İzlencemiz, şenliğimiz vardı. Halk eğim merkezi salonlarında düzenlenen izlencede yüzlerce öğretmenden biri olarak, ben de yerimi almıştım. Yalnızca izleyiciydim. İzleyici idim ama kenarından kıyısından da olsa ben de işin içindeydim. Çünkü bir gün önce ortaokul öğrencileri arasında mesleğimizle ilgili şiir okuma yarışmasında benim de bir şiirim okunmuş, ikicilik kazanmıştı. İlk üç dereceye giren şiirler öğrenciler tarafından bugün de okunacaktı.

Meslekte 21. yılımdı. Ama; hala, her derse girerken duyduğum heyecen vardı, üzerimde. Sırası gelince Anadolu Lisesi öğrencilerinden Murat şiirimi okumuştu. Çok güvel bir yorumla şiiri okumuş ve bol bol alkışlanmıştı. Ben de duygu yoğunluğu içinde kendi şiirimi alkışlamak zorunda kalmıştım. Sonra sonra izlencenin normal akışına kapılarak ben de sakinleştim.

İzlencenin sonunda söz sırası salonda bulunan konuklarımıza gelmişti. Önce tümen komutanı Sayın Kayhan Onur katkıda bulundu. O da bol bol alkışlandı.

Şimdi son konuşmacı olarak Valimiz, Sayın Enver Hızlan’da idi sıra. O da alkış sesleri arasında kürsüye çıktı.

Ama o ne?...

Sayın Valimiz az önce okunan bir şiirden , benim şiirimden örnekler vererek başlamıştı konuşmasına. Duygu coşkunluğum yeniden doruk noktasına tırmanıverdi. Bir an, bazı kuşkulara da kapılıverdim. Acaba şiirimde göremediğim, sezemediğim olumsuzluklar mı vardı?

Birazdan anladım ki , hepsi boşmuş.

Sayın Valimiz şiiri beğendiğini vurguluyor, aklında sakladığı dizelerden örnekler veriyordu. Özellikle “Her gün Başöğretmenimin aklı gezinir aklımda” dizesine ağırlık veriyordu.

Onur konuklarımız ozan değildi elbet . Ama şiir gibi konuşmuşlardı. İçten ve sürekli alkışlar böyle fısıldamıştı kulağıma.

Şimdilerde o alkış seslerini ve gözlerimde biriken iki damla yaşı anımsıyorum yalnızca.

Kirpiklerimde donup kalan bu yaşlar, meslek yaşantımın belki de en mutlu yaşları olmuştu. Bu yaşlar acıların, mutlulukların, sevgilerin, çilelerin , sevinçlerin gözyaşları mıydı? Yoksa mesleğin çocuk sevgisinin şiirimden, şiirlerden damlayan, şiirlerin içlerine attıkları yaşlar mıydı?

Hep düşünürüm bunu. Çok düşüneceğim de....