ELEŞTİRİ, KAVGA…

Son günlerde siyaset er meydanında eleştiri yoğunluğu trampet çalmakta. Zaman zaman davul-zurna ekibine dönüşen bu kapışmalar eleştiri nedir* Nasıl olmalıdır?sorusunu akla getirmekte. Bu iki kavramı biribirinden ayırmakta elbette kıl payı da olsa yarar var.İşin içinde olanlara, ipin ucunu kaçıranlara çok uzak bir uyarı olabilir diye düşünsem de kim anlar, kim dinler. “Kim yoğurdum ekşi” diyebildi, şimdiye değin. Her kes M.Ali Klay gibi “en güçlü benim inancında ve pozunda. Herkes yanlış, yalnızca ben doğruyum ;bir özdeyiş olmasa bile neredeyse oralardayız. Bu da gelişmemiş bir kişiliğin dışa vurumu olabilir. Herkesin farklı düşünebileceğini, demokrasinin bu olduğunu anlamadık ta, anlatamadıkta…Her kişiliğin özgün olduğunu, kimseye benzemediğini ve her insanın kendini olduğu gibi kabul etmesi gerektiği bilincine bile ulaşamadık sanki.

Eleştiri nedir , Ne olmalıdır? Diye kurcalamakta yarar olduğu için bu konuya değinmeyi uygun gördüm.

 “… Eleştiri deyince karalamayı, tartışma deyince kavgayı anlıyoruz.” Tuğrul Tanyol)

Eleştirilmek sevimsiz gelir bir çoğumuza. İnsanın yetişme biçimine uygun düşmez. Kimse eleştirilmeyi kabul etmez kolayca. Eleştirilen mutla bir savunma biçimiyle tehlikeyi uzaklaştırır.

Yani, çoğumuz tepki gösteririz eleştirilince. Kızar ve öfkelenir, kabullenemeyiz. Ya da ne bileyim çocukça da olsa eleştirene darılır, uzaklaşırız.

Ne geçer elimize?

Hiç, koca bir hiç hem de. Boş bir gerginlik ve huzursuzluktan başka bir şey olamasa gerek.

Günlük yaşantımızda da; siyaset ve sanat dünyasında da böyle şeyler ne yazık ki yaşanıyor, yaşanmakta. Kimse burnundan kıl aldırmak istemez.

Eleştiri diye karalama, saygısızlık yolunu tutarsak o zaman da en azından ayıp etmiş oluruz. Çünkü eleştiri kavga, küçümseme, alay etme… gibi anlamları içermez. İnsanlar normal eleştiriden yararlanmasını bilmelidir. Yararlanmayan ya da yararlanmak istemeyenlerin kaybı olacaktır.

Ancak eleştirmeyi iyi bilmek gerekir.

 “Türkiye’de romancı , Edirne’de şair yok Mecliste doğru dürüst vekil yok… “ gibi yaklaşımlar mitolojide ki ejderhalara meydan okumak gibidir.

Bunlara hemen inanmak bence doğru değildir. Şu anda bile okuduğumuz romanları, şiirleri kim yazmış. Bu siyasetçileri kim seçmiş. Romanda Bir Orhan Pamuk, Yaşar kemal, Latife Tekin, Adalet Ağaoğlu…. Yadsınabilir mi? Kim bunlar, neci? Bazıları başka şeyler söyler: Türkiye’de eleştirmen yok”” Bunlar eleştirmen değil, karıştırman. Bu yaklaşım da tam doğru bir çıkarım değildir. Nurullah Ataç’ı örnek göstersem yeter mi?

Eleştiriyle, karalama arasındaki çizgiyi iyi tanımak gerekir.

Sanırım bunların tümü de bir eğitim gerektirir. Tartışmasını bilmediğimiz doğru. Tartışmalarımızın sonu; kanlı bıçaklı biter çokça. Kanlı bıçaklı olmasa da mecliste görülen kavgalar oldukça seviyesiz ve yakışıksız. Çünkü halk onları seçerken kavga etsinler diye meclise göndermedi. Kavga düşünceyi baskı altında tutmak amaçlıdır, sanırım.

Kavgasız elbette olmaz. Çok gerekliyse kavga da kaçınılmazdır. Ancak, Kavga bile uygar ve demokratik ölçülerde olmalıdır

Cevdet Kudret’in Tanzimat Devri için Şu söyledikleri bu gün için de geçerli sanıyorum;

 “… Tanzimat Devrinde eleştiri, genellikle veriştiri hatta sövüştürü özelliği göstermiştir…”

Daha sonraları için de saptamaları var yazarımızın:

 “… Daha sonraki dönemlerde, sanat adamlarının birbirleri için yazdıkları şeyler övüştürü kılığına girmiştir…”

TURUNÇ BEZİRGAN

Yeni evine taşında turunç bezirgan

Aslı Akdeniz yangını renklerden

Son sel son karesi damlarda rüzgar

Sığınmışken çok uluslu aşkıma

Fişini çekince fildişi akşamın

Bir varmış bir yokmuş sereni

Başımın üstünde emperyalist bulutlar

Komşu komşu güllerine ser-hat

Tuna kokusuna Rumeli rüzgarı

Ne kat, ne yat bakışlı özlem

Fişini takınca yaban ekranların

Yanar-söner ışıkları çıplak

N. T