PEYNİR GEMİSİ DÜŞÜ

“Lafla peynir gemisi yürümez”, “Taşıma suyla değirmen dönmez”…
Bu iki  söylem derinlemesine incelenirse  ne yumurtalar ne civcivler çıkar…
Şaka bir yana, gerçekten ders veren, düşünmeye yönelten içerikte.
Toplum ve o toplumun bireyleri olarak  konuşmayı, lak lakı,laflamayı severiz. Aklımız çalışmasa da, çenemiz hiç durmadan motorize ekip gibi hep yollardadır.
“Ağzı olan konuşuyor” deyişi ne denli yerinde bu açıdan bakınca. Kulaktan kulağa dolmalarla her zaman  iyi bir sofra kurması konusunda uzmanızdır, nazar değmesin'..
Kulaktan kulağa oyununda  her zaman yer almak , ama hep üste çıkmak bize özgü ve özgedir. Bu konuda da oldukça yetenekliyizdir. Eğer beceremezsek hırçınlaşır, sesimizi yükseltir, saldırganlığa bile dönüşebiliriz.. Biz istemesek de “Ben” duygusu çaktırmadan sürükler bizi.
Aslında ağzı olan değil, aklı olan dümende olmalıdır. Nedense bu türden olanlar da ve nedense, konuşmayı pek sevmez. Hele dinlemesini bilmeyenlerin içindeyse. Akıl da çok zaman yetmez, birikimli ve kültürlü bir donanım daişin içinde olmalı.
Böyleleri bazen konferans verir şurda burada. Bu kez de ve genellikle dinlemek için gelenler çok az olur. kolayımıza gelir. İçimizdeki geriye uçan bir kuş oluşur içimiz. O bizi bağlar ve bırakmaz. Bizim işimize de öyle gelir çokça.
Çalçene düzeyine varan düetlerde ya da kliklerde her kafadan bir ses çıkar çokça., her kişi kendi ipini pazarlamak peşindedir. Çoğunun bir kulağından girer, öbüründen çıkar.
Bir de laf ebeleri vardır. Ağzına ne gelirse  karga, gibi öter. Laf salatası kotarma konusunda üstlerine yoktur.
Hemen,”ben” çizgisine çekerler sohbeti. Toplum zincirinde başka halkalar olduğu hiç akıllarına gelmez. Bunlar ağız ishaline yakalanmış kişilerdir. Söz geçiremezler çenelerine.
Bu tavır ve tutum bazılarını el-etek öpmeye doğru sürükler Şunun bunun şarlatanlığına kadar uzar gider bazen. Özellikle aklını kullanmayanları.
Laf ustaları vardır başka kulvarda. Sen ne söylersen söyle, ne sorarsan sor  onlar bildiklerini okur, dur durak bilmeden. Hele yavaş ve sessiz olanları yakalarlarsa yandınız demektir. Ha.. akıl da verirler bu arada ve çaktırmadan.
Öyle birini tanımıştım. Önüme çıkar anlatır da anlat, hadi kırmayayım deseniz bile, ne ranıncırdı. Yandan yundan kaçmak istesemde yine önümü keser anlatmayı sürdürürdü. Çok bildiğini  sanıp, cahil hatta okuma yazması olmamasına rağmen kendini “Ben artık insan sarrafı olmuşum” diye kendini yüceltirdi.  Kırmak istemeseniz de  o daha çok kafanızı şişirecektir. Kafanız kazana döner. Tıpkı Ortadoğu kazanı gibi. Uzakdoğu kazanı gibi, ucuz ama, kanserojen oyuklar üretir, ABD ne yapar* Elinde sopasıyla jan darmalık. Kalkınmış yada zengin ülkeler de tarihi bir gerçek olan sömürge aranır. Bulursa; köküne kadar sömürür. Avusturalya bize çok uzak bir komşu. Doğal afetlerle uğraşmaktan yorgun. Vietnam yorgunu.
Ya biz?
 “Armut piş, ağzıma düş …” peşinde yıllardır maratondayız. İşsizlik  köklenmimiş artık içimizde. Kahve köşeleri taşçılarla zaman öldürmekte.
Yine de pişkin pişkin yaşıyoruz, yaşamak buysa; ne mutlu bize, aferin bize!...
Oyun oynayanlar da başka bir alem. Sinirlenmeler, masalara yumruk atmalar…
Hazımsızlık orada bile üst düzyde. Yetkin ve yetkili.
Oyun bu… İki şık var, yenmek yenilmek… hazmedemiyorsan yenilgiyi; o masalarda işin ne?
Var mı yani üle paça?
Önce bir bak, domates, biber kaça? Zam ya da fiyat ayarlama ikiz kardeşimiz, mutfağımızın  demirbaşı oldu...