İnsan doğduğu yerleri unutamıyor.Gidip görmek; o havayı koklamak, yeniden o günlere dönmek özlemi…
Heyecan verici, göz yaşartıcı…
Şu günlerde yine bir vesileyle Vize’deyim. Bir adı da “Yeşil Vize” olan adıyla capcanlı ve yemyeşil, bu bahar da…
Ağabeyimin çok önceleri yaptırdığı iki katlı ev, kenarda ve tek tek gibiydi.. Sonra sonra apartmanlarla, yüksek binalarla fır dolayı çevrilmiş. Doğusunda kalan meyve bahçesinin bile beş katlı kocaman bir apartman yükselmiş. Komşusu bile olmayan, sözünü ettiğim ev. Çukurda kalmış gibi artık. O denli ağacı olan bahçe, bir gecede köklenmiş.
Yap-satçılar hiç boş durmuyor anlayacağınız. Yakında köylere de girip, tarlalara, bağlara, bahçelere ekin, meyve… yerine apartman dikerler gibi görünüyor. Sonra ne yer, ne içeriz diye düşünmek istemiyorum. Tanrı nasıl olsa rızkımızı verir biçiminde ki yaklaşımı da
Pek gerçekçi bulmuyorum. Çünkü O, çalışana verir bildiğim. Bir başka bildiğim de üretmeden tüketmenin olmayacağı.
Dost bildiğimiz ülkelere fazla yaslanıp güvenmeye de gelmez. Yaslandığımız duvar bir çökerse; sen o zaman seyreyle gümbürtüyü. Altında kalma olasılığı olmasa bile!...Bir de “Yap-işlet-devret” modeli çıkmıştı ya. Nereye gelindi, bilemiyorum. Ama önemli bir yararı ve katkısı olduğunu sanmıyorum. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler… yaklaşımı da güdük kaldı liberalizmden, sanıyorum. Neyse, dönelim bizim Yeşil Vize’ye.
Memleketimin tertemiz havası, suyu… dinlendiriveriyor insanı. Özlem özlem esen Istıranca rüzgarı alnınızdaki teri alır gider hemen. Çünkü o esintide Karadeniz kokusu ve serinliği vardır.
Gelmişken şöyle bir turladım. Anılardan kalan izleri bulurum sandım, ama olmadı. Baktım yeni beton yığınları, bağlara ve Ana Dereye doğru yaygınlama yolunda. Bağ ve tarla ya da bahçe olabilecek düzlüklere yayılmanın ne denli doğru olduğunu düşündüm hep.
Yani gelişmekte olan her yerleşim biriminde olduğu gibi hantal ve betonarme bir yayılma. O derenin taşma olasılığı var benim bildiğim. O zaman ne olur bilemem.
Belli yerlerde ve minare boyunca yaşayan çınarlar artık yok. En önemli caddenin kenarlarındaki ıhlamurlar devleşmiş.
Ev bahçeli bereket…
Baktım o vişne kurumuş.Ama hemen bitişiğinde iki tane adını bilemediğim ağaç. Çiçekleri çok iri ve ilginç. Manolyaları andırıyor.
Biz gitmeden üç beş gün önce çok iri dolu yağmış. Kırıp dökmüş. Özellikle bahçedeki laleleri kırıp geçirmiş…
Lale deyince Lale Devri geldi aklıma. O zamanın başkenti Edirne Sarayı lalecilik konusunda önemli örnekler üretmişti. Hollandayla bu konuda alış verişler de olduğu aklımda kalmış.
Nisan demek lale ayı demektir. Kentimizin cadde kenarlarına dikilen laleler açmaya bile başladı. Daha önceleri dikilen hercailer de kendini toparlayıp açmaya başlayınca, bir lale-menekşe cümbüşü bakanları şaşırtmakta. Güzelliklere güzellik katmakta. Bu iki güzel çiçeğin ittifakı bakalım ne kadar sürecek. Ancak lalenin kısa ömürlü olduğu biliniyor. Ancak hercailer öyle değil.
Vize’yi yansıtayım derken Edirne’ye dönüverdim el yordamı. Biraz da İstanbul’a uğrayalım.
Öğrenciliğimizde lale mevsimi gelince Aşiyan’a giderdik. Lale bahçelerini görmeye. Çok geniş bir alana yayılan rengarenk laleler; gözümüzü gönlümüzü açar, bakmaya doyamazdık.
ISTIRANCA TERİ
Can Rumeli türkülerinde
Dallanıp budaklanınca Serhat
Çiçeklerim güz kanar
Sınırda şarkılanınca aşk
Düğün alayında dillenince Anadolu
Dip Karpaz* şarkıların içinden
Son rüzgarın nemi değer alnıma
Tuna aşkını titreyince salkım söğüt
Avuçlarım ali yitik kirazlar
Terini silince Istıranca esini
Yeryüzünde dillenir Halk tipi şarkılar
N.T
* KKTC’de bir bölge