KÜRESEL ISINMA VE AKŞAM SEFASININ ÇIRPINIŞLARI

Birçok çiçek sabah açar. Güneşle birlikte gülümser… Bir ilkbahar sabahı uyanmak bile o ışık cümbüşü bizle bütünleşmiştir artık.

Küresel ısınmanın bizim bölgeye yansıması bir hayır mı şer mi?

Bir dost şunu anlatmıştı:

Babası berbermiş yıllar önce. Bir yaz günü termometreye bir bakmışlar otuzu geçiyor. Çok sıcak deyip dükkanı kapatmışlar esnaf arkadaşlarıyla; doğru eve. Yani bu denli sıcak olmaz diye yakınarak yapmışlar bu işi, Kırklareli’nde

Yani o zamanlar sıcaklığın otuz dereceye çıkması önemli bir olay ve büyük sıcak demekmiş. Ve kaçılması gerekirmiş. İstanbul’da çok sert kışlar yaşanmaz, yazınsa sıcaklık yirmi sekiz-otuzu zor geçerdi. Bizim Vize’de kışlar çok sert olur. Yazlarsa ılıman geçerdi.

1975’te Kıbrıs’a gittiğimizde bile sıcaklık otuz üçü geçmemişti Temmuzda. Ama onlar önlemini almıştı. Yazın erkene alınan çalışma saatleri öğleden sonra ikide sona ererdi.

Birden oralara uzanıverdim. En sıcak bölge Lefkoşa ve çevresi, en serin yerse Güzelyurt.. Ablamız ve annemiz orada oturdukları için zamanımızın çoğu oralarda geçerdi. Çünkü ablamızın evi hem kırsal alanda, hem de ağaçlıklar içindeydi. Yani daha serin olurdu.

Akşam sefasının en tatlı yerlerinden biri de orasıydı. Yemekler açık havada, bahçede yenir. Pek gürültü-patırtı olmazdı. Kıbrıs Türkleri şimdilerde olduğu gibi o zamanlar da tedirgindi. Sık sık dedikodular üretilir yok şurası ya da burası Rum’a verilecekmiş, yok şöyle olacakmış yok böyle .

Akşam sefalarını orada görmüştüm. Gece açarlar, gündüz kapanırlar ve karanlığı beklerlerdi. Onların doğal dengedeki görevi damak ki buymuş.

Küresel ısınma sıcakları arttırdı demek ki. Hele Edirne bölgesine yansıması aşırı. Son yıllarda kırklara tırmanan sıcaklar kırkı bile geçmeye başladı. Kentlerde oturmak işiniz olmasa; emekli olsanız bile nafile.

Zaten okullar kapanınca, yazlıkçılar göç etmeye başlayınca Trakya bölgesinde kentler sessizleşir. Terkedilmiş kentleri andırır.Hayat rölantide devam eder. Yaz hastalıkları da gündeme girer yine.

Deniz kıyıları ana-baba gününe döner. Kıyıdan gelen canhıraş feryatlar kontrolün kıyı dışına itildiğini anımsatır. Akşam için ızgaralar yanar genellikle. Kokular balkonları kaplar. Dumanlar yukarıları süsler. Sonra gelsin taşlar. Bunlar benim kişisel gözlemlerim. Ancak bir ısınmanın söz konusu olduğu yadsınamaz, hele kentimizde. Bu yıl dünyanın geçirdiği felaketler bu neden ya da nedenlerden mi?.. Depremler, yangınlar , su baskınları ,virüs… aklıma gelenlerden…

Üsmen Aga’yı geçende gördüm. Kan-ter içinde kasabaya geliyordu. Sordum “Nerden büle? Denizden dedi ama gülümsedi. Sen denize gitmezdin ne oldu sana? diye sorunca. Abe bizim deniz, çeltik tarlaları bilmez misin? Diye de veryansın etti

Ama o tarlalar çok sivrisinek yapıyormuş! Diyorlar..

Doğrudur. İnek yapacak değiller ya! Elbette sinek yapacaklar.

Benim şiirleri okuyor, beğeniyor musun?

Bir kulağımdan girer ötekinden çıkarlar. Yani o anlarda “Bir kulağım tencere bir kulağım pencere!..”

Öyle olsun bakalım. Gene görüşürüz. Kirazlar olgunlaşınca haber ver de göreyim seni

-------------------------------

YURTTAN SİSLER

Defterimde yurttan sisler

Kendi yıkımına at süren gözbağcı

İşsizliği palazlandıran tırbişon

Kör kuyularda kuytuları özleyen sürü

Kitabımın sayfalarında yüzsüz yüzler

İnanç hırsızlarına çatapat mısır

Yel yol yol çığ yolcuları

Çulsuz develer kervanlarında

Tarih boyunca hep/siz siz-siz

Boşuna yaşama ekilen tarla-cık

N.T