Roman Sivil Toplum Gönüllüsü Turan Şallı, devamında şunları kaydetti: "6 Şubat gece yarısı 7,7 ve aynı gün yaşanan 7,6 şiddetindeki güç ile başta Kahramanmaraş ilimiz olmak üzere 11 ilimizde çok büyük yıkımlar meydana gelmiştir. Bunun ardından yaklaşık iki hafta önce Hatay merkezli deprem acılarımızı büyütmüştür. Depremin şimdilik acı bilançosu; 45 bin insanımız yaşamını yitirmiş, 100 binden fazla insanımızın yaralanmasına neden olmuştur. Yaralanmaların hangi boyutta olduğu henüz bilinmemektedir. Depremde kimileri akrabasını, kimileri sevdiğini, kimileri tanıdığını kaybetti. Kaybolan mal, can varlığı yanında çok büyük ekonomik kayıplar bulunmaktadır. Yaşadıkları travma ayrı bir yaradır. Binlerce insanımız depremzede durumunda, toplumsal yardımlaşma ile ayakta kalmaya çalışıyorlar. Barınma sorunu yaşıyorlar, çaresizliği yaşıyorlar. Bir Roman gecekondusuna bile muhtaçlar. Deprem mağdurlarına devlet, millet, sivil toplum büyük bir dayanışma örneği gösterdi. Yaraları sarmaya çalışıyoruz.
Depremler bizlere esasen şunları anımsattı, yıkıcı etki alanına giren binaları ve bu binalar içinde bulunan tüm kimlikleri yerle bir etti. Depremler kimlikleri sorgulamadı Kürt, Türk, Çingene, Süryani, Arap, Çerkez, Boşnak, Pomak, Ermeni dinlemedi. Hatta dilini ve dinini de sorgulamadı. Gücüne karşı yeterli önlem almayanları toprağa gömdü. Zengin, fakir dinlemedi, zenginin tüm servetini elinden aldı, kefen ile sarılamadan toprağa verilenler oldu. Acı gerçeği yine öğrendik, “deprem öldürmez, binalar öldürür,”
Dini inancımızda kadere inanan bir toplumuz, ancak yine İslâm inancımızda ” tedbir” diye bir ayet olduğunu bilmekteyiz. Hristiyan ülkelerde de depremler meydana gelmektedir.
Hans depremlerde ölmüyor, Hasan ölüyor,
Helga depremlerde ölmüyor, Leyla ölüyor,
Dimitri depremlerde ölmüyor, Dilaver ölüyor,
Japonya’da 9 şiddetine dayanabilen konutların inşa edildiği, insan ölümlerinin görülmediği doğal felaket olan depremleri görebilmekteyiz. Bunlar esasen kadere karşı alınmış tedbirlerdir. Dini inancımızda elbette ölüm gerçeği vardır, ama “tedbir” gerçeği de vardır. Kadercilik anlayışına bakıldığında Osmanlı da Kiptî/ Çingene anlayışında görmekteyiz. Osmanlı Taşlıca Mebusu Ali Vasfı Bey’in, “Onlar Çingene gelmişler dünyaya ne yapalım,” sözünü anımsatmaktadır. Bu söz zaman ve mekânsal ortamda Çingeneleri keskin bir kadercilik içine hapsetmiştir. Oysa Çingene/Roman yurttaşlara belli olanaklar yaratıldığında bu kadercilik anlayışının geçerli olmadığını görmek mümkündür.
“Ateş düştüğü yeri yakar “derler, ama bu defa ateş hepimizi yaktı. Deprem etkileri nedeniyle 1 milyondan fazla insanımız evini kaybetti, yaşadığı şehirleri terk ettiler. İlimiz Edirne’de şu an itibariyle dört bine yakın misafirimizin olduğu söylenmektedir. Onların acılarını yüreğimizde hissediyoruz. Depremler esasen geriye çok boyutlu sosyal bir felaket bıraktı. Kentsel dönüşüm projeleri birilerine şişkin bir cüzdan, yok olan bir vicdan bıraktı. Siyasal zemin sert olmasına rağmen vicdanımın sesi “Deprem kader planı” olmadığını haykırmaktadır. İçimdeki vicdan şairin dediği gibi;
Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun."
Haber Merkezi