Eskiden ne kışlar olurdu.

Bizim yaşta olanlar yaşamıştır o kışları. Hemen bir anımı anlatayım:

Öğretmen iken yani ilkokul öğretmeniyken büyücek bir köyde (orman köyünde) çalışıyoruz. Yine böyle günlerden birinde magürüs bir arabayla köye gidiyoruz.

Yolda kar ve tipi başladı. Bereket köy girişinde araba karlara saplandı. Yürüyerek vardık köye. O gün başlayan tipi günlerce ve hemen hemen hiç durmadan yağdı. Her taraf tepe tepe kar. Bembeyaz bir köy. Süt beyazı değil de kar beyazı...

Günler geçiyor dönem  dinlencesi yaklaşıyordu. Tatil geldi sonunda. Ama köyden çıkmak olası değil. Başta muhtar ve köylüler sakın yola çıkmayın diye kezlerce uyardılar.Bir hafta kadar Vize’ye gidemedik. Çünkü Yollar kapanmış,kar-buza dönüşmüştü. Soğuk eksilerdeydi. Bir gün bir baktık kar duruverdi. Arkadaşımla karar verdik sonunda yürüyerek yola çıkacağız. Bir araca rastlarız yollarda diye düşündük.

Uyarılara aldırmadan yola koyulduk. Soğuk ve buzlanmadan başka ne gelen ne giden Bir yırtıcı çıksa yandık. Ama o yaşların özelliği olacak bunu hiç düşünmedik, Aklımıza bile gelmedi.Kaya kaya ilçeye ulaşan caddeye vardık. Vardık ama ne gelen ne giden vardı. İki kilometre ötede bir köy vardı.Hemen oraya attık kapağı. Bir kahveye sığındık. Köylüler şaşırıp kalmıştı.Bizi soba kenarına aldılar.Çay da içerek kendimize geldik. Köylülerin meraklı bakışları devam ederken baktık; bir askeri cemse. Zincirlerini takmış takur tukur sesler çıkararak geliyor. Yani ilçemize doğru. Hemen el ettik, durdular. Durumumuzu anlattık. Cemsedeki subay çok iyi davrandı ve bizi aldı.

Bu durum iki-üç saat sürmüştü ama biz de baba evimize ulaşmıştık.

Vize’de bazı kışlarda okullarımızın iki hafta üst üste soğuklar yüzünden tatil edildiğini anımsıyorum.

Bir şubat tatilinde de Demirköy’de böyle bir kışı yaşadım. Kastamonu’ya dönmem gereken günler gelip çatmıştı. Kar kısa zamanda insan boyuca yağınca zaten yüksek ve ormanlık bu bölgede ulaşım bitmişti. Gidemiyor, yola çıkamıyordum. Bir gün bir jipin Lüleburgaz’a gideceğini öğrendim. Eniştemin de yardımı ile bu orman jipiyle yola koyuldum. Lüleburgaz’dan İstanbul’a da giden araba yoktu. O geceyi incecik bir yorganla buz gibi bir otel odasında geçirdim. Giyinik yattığım halde sabaha kadar titreyip durdum. Neyse sonunda sabah oldu. Arabalar yine çalışmıyor Neyse ki öğleye doğru bir otobüs gitmeye karar verdi. Doluştuk buz gibi arabaya. Sanırım. Dört belki de beş saat sonra vardık İstanbul’a.

Neyse şöyle böyle derken Kastamonu Göl Öğretmen Okulu’na varabildim. Ama hasta olarak.

Bizim kuşak böyle sıkıntılar yaşamıştı hep. Bir çok köyde yol,araç-gereç, ışık, dükkan fırın, kasap yoktu. At arabalarıyla ya da yürüyerek gidilirdi kasaba pazarına.

Böyle ve benzer sıkıntılar yaşayan bizim kuşak sonunda ve erken yaşlarda sağlığını yitirdi, çoğu.

Böyle buz çağına dönüşen  dünya ile baş etmek elbette zor, çok zor.Teknik ne denli gelişrse gelişsin dünya kendi yasalarını uygular. Böyle damar şeklindeki buzullanmalar önceki yıllarda da yaşanmış.

Şimdi diyorlar ki; yeni bir buz çağı yaşanabilir. Kesin olmamakla birlikte bilim adamlarının yaklaşımı böyle. Falcılar ne der!, onu ben bilemem. Onu bilse bilse hurafenin peşinde koşanlar bilir.

Okullar açılacak yine. Yine bir kokuşturma….

Ancak; isterdim ki tüm insanlar eğitilsin , çağdaş eğitimden geçirilsin. Sömürülmekten ve kandırılmaktan arınsın Yozlaşma ve yobazlaşma son bulsun.

Bunu elbette koşullanmış kafalardan bekleyemeyiz.

Bunları döktürürken! Çocukluğumuzda oynadığımız bir oyun geldi aklıma;Kaça Kaç..

Buna dayanarak yazının başlığını koydum:   Buz çağına kaça kaç var? Yoksa içinde miyiz, Çin’de miyiz?

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.