Günlerdir sıkıcı bir hava. Üstelik insanı şaşkına çeviren bitimsiz bir rüzgar. Açmış ya da açmakta olan bahçe ve saksı çiçekleri bile bunalımda.
Bu rüzgar bir başka rüzgar sanki. Poşetleri ve diğer ıvır zıvırları havalandırıp kuytularda biriktiren türden. Daha uzaklarda sağanaklaşan ve sele dönüşen yağmurlar. Bunlara eskiler “kırk ikindiler” diyormuş. Şimdide öyle mi, bilemiyorum. “Pastırma yazı” ve “kocakarı rüzgarları” yakıştırmaları da anımsananlar arasında.
İklimler değişiyor mu ne? Diye düşünenler de az değil.
Koca Dünya aslında kendini yeniler. Ancak bir yere kadar.
Baksanıza naylon dünya olduk. Bir türkü vardı bir zamanların türküsü: “Evlenmeyin bekarlar naylon kızlar çıkacak!..” O günlere ulaştık galiba. Ayrıca günümüzde zehirli atıklar, fabrika dumanları,tarım ilaçları… hükümdar gibi. Her şey, ama her şey zehir zemberek bir çağda yaşıyoruz sanki.
Yemeden, içmeden yaşanmaz elbet. Düşünün her insan söz gelimi günde bir ekmek tüketse, sekiz milyar ekmek yapar. Bu bir simge elbet. Yani bu dünya, bu denli yükü nasıl taşımakta? Hayret verici değil mi? Akıl alır gibi desem abartmış olur muyum?
Organik olsun yiyeceklerimiz? Nerde o günler. Ne kaldı ki doğal? Kazanma, daha çok kazanma hırsı her türlü mekanizmayı çalıştırıyor. Para gelsin de ne olursa olsun…Tavrı kapitalizmin en önemli özelliklerinden olmalı…Yapsınlar, geçsiler… yaklaşımının akıl almaz tutarsızlıkları.
Üretmeden tüketmekse hiç olmaz. Dış alım ve dış satım dengeli olmadıkça; o da olmaz. Eskiler, “Taşıma suyla değirmen dönmez”derlerdi. Ve “Kendi yağınla kavrulmak” diye de eklerlerdi. “Akan su pislik tutmaz” deyişi eskilerde kalsa bile.
Dünya sav aşları sırasında kıtlık ve açlık hat safhadaymış. Eskilerin anılarında hep vardı bu. Yaşanmış olaylardı anlatılanlar.
Yeni kuşak bunları bilmez, anlatsanız da dinlemez. Oysa dinleyip ders çıkarmak en uygunu olmalı. Şu yalan dünyaya akıl sır ermiyor doğrusu.
Yumurta…O da lüks olma yolunda bu aralar…
En önemli hayvansal gıdalarımızdan, ucuz ve doyurucu idi. Bol bulunca beğeniler de değişiyor, nedense. Yumurtayı bulduk ama “Gezen tavuk yumurtası” olacakmış. Besicilik başını almışken ve bir zamanlar tavuk eti lüksken. Bu tavır ve üretim sayesinde yoksullar bile tavuk eti yemeye başlamıştı . Artık o daa bitti. Ne kırmızı ne tavuk eti yanına yaklaşılmaz oldu.
Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede yaşıyoruz ve ama balık yiyemiyoruz. Oysa ne denli yararlı bir besin kaynağı olduğu vurgulanmakta.
Ama yok, yok yok işte.. Ve üstelik pahalı.
Bir başka rüzgar daha!...
Siyaset rüzgarı…
Halkın gözünün içine baka baka doğruyu söylemeyen partililer ya da adaylar.
En basit örnek ilimizden:
Kaç vekil çıkaracak Edirne, dört. Seçime katılacak partililerin hepsi dört sıfır diyor… muş.
“Görünen köy klavuz istemez” derler. Olsa olsa, 3-1 ya da 2-2, bilemedin 2-1-1 olur. Sürprizleri de unutmamak gerekir elbet.
Yani bile bile lâdes….
Üsmen Aga bile diyor ki: Var mı üle paça; Patlıcan kaça…Ancak “kem söz sahibine aittir” diyerek yetinmek istiyorum. İstifalar için de CHP’li Faik Bey’in “Sel gider, kum kalır” söylemini de doğru buluyorum.. Zaman bakalım neler gösterecek?...