Bir uzun şiir geçti elime. Uzun mu uzun, oku oku bitmez. Bu özelliğinden ötürü bu şiiri köşeme almamışım. Baktım dosyamda öyle melül mahsun bekliyor. Bir daha baktım ve bu gidişle evde kalacağı kanısına vardım. Köşeme almak yine de içimden gelmedi.
İsmet, pardon, kısmet böyleymiş! Kader utansın!, Batsın bu dünya!... diye yakınmaktansa “Sakıncalı Piyade” olarak kalsın dedim. Böyle yapmasaydım eğer, kimbilir ne arabeskler çıkardı, dolapdere’den.Ki o besteler kime ne söylerdi, kimbilir.Ağlaya, sızlaya, yana yıkıla, acılı türünden kumpir.
Eeee böyle yaşayan tinerciler ve benzerleri dururlar mı? Durmazlar, belki de duramazlar. Saklandıkları açık hava tiyatrosundan çıkarak, jiletleriyle deri altlarına doğru çalışmaya başlarlar. Bunun adı olsa olsa acı-zevk olabilir. Bunun bir ruhsal hastalık olduğunu söylememe gerek var mı bilemiyorum?. Dertleri zevk edenlerin yaşam kesitlerinden yalnızca biri bu.
Hüzünlenmek istediğimde ya da onu zevke dönüştürmeye çalıştığımda ben de aynı şeyi yaparım. Yani arabesk şarkılara açarım kapılarımı.
Bende zevke dönüşen bir denizde bulurum kendimi. Kimleri mi? Orhan Baba’yı, Gürses Müslüm’ü ve eklentilerini. Çoklar da… Yani bitecek gibi besteler değil.
Bu şarkıları dinledikçe duygulanır, hüzünlenir, gözlerim yaşarır. Sonra da kızarım kendime.Vazgeçerim dinlemekten Bir ağacın altına ya da balkona atarım kendimi Nerden çıktı bu müzik, diyemem. Karşımda bir de POP var. Ben buna oynatan ,biraz da erotik olan müzik diyorum, kimse kızmasın. Bu müzikte ilah yaratılması da doğru bulmuyorum. HELE hele yarıdan fazla çıplak olarak şarkı söylemelerin bir anlam veremiyorum . Hele bir de REP diye bir tür daha icat edilmiş. Buna müzik diyebilmek için yalancı şahitler bulmak gerekir. Ben ve benim gibiler bu türleri eleştirsek de boş. Çünkü tarlaya ne ekersen onu biçersin, derler öyle bu da. İnsanları kırsaldan büyük kentlere göç etmeye zorla, varoşlara itekle, emeğini sömür, işsiz aşsız ve evsiz bırak… Acı üstüne acı, dert üstüne dert yaşayan bu kesimin bir de müziği olacak. O müzik işte bu acıların yansıması olarak sevilecek elbet.
Oysa köy sakinlere bu türlere yüz vermez. Sanat müziğini bile dinlemezler. Köylerde öğretmenlik yaptığım yıllarda yaşadım bunu. Şimdilerde de aynı mı? Onu bilemiyorum.
Köy kahvelerinde radyo dinlenirdi o zamanlar. TV henüz yoktu. Haberler hiç kaçmazdı..Daha çok ve severek türküler dinlenir, Türk Sanat Müziği başlayınca radyo kapanır ya da kanal değiştirilirdi.
Her şeye rağmen, Ferdi abimizin şu parçası iyi: “Hadi gel köyümüze geri dönelim/Fadimenin düğününde halay çekelim…”
Doğaya ve doğala dönmek… İşte yüzyılın en kutsal beklentisi. Geni değiştirilmiş ürünler, kopyalamalar.. bunlar kesinlikle doğal değil.
Doğaya ve doğala dönmek… bir an önce ve kestirmeden…Ne varsa, orda var çünkü…
---------
ESİN/CEEE!..
Esince
Beli incecik bir ürperti
Eskitti
Koyaklarımı tek tek
Giriverdi içime çoktan
Sarışın rüzgarları
Hüznümü ötüyor yine
Her dalda öten ibibik
Yanım yörem yabanıl
Yine kanıyor yüreğim
Sanki bildik
Hep suskun
Şu düşünen adam
Yalnızlığın kaşları çatık
Sevdalılar ülkesinde bile
Aşkın boynu bükük
N. T