Bir şarkının ilk dizesiyle başlamıştım şu Babalar Günü”nde. Her yıl haziran ayının üçüncü Pazar günü anneler gibi babalar da anımsanır bu günde.
Bir çekirdek ailenin anneden sonra en önemli kişi babalardır. Evin güvenilirliği, korunması, sorumlusu… babadır baba.
ABD’ iç savaşından gazisinin kızı olan Sonora Smart anneler günü gibi babalar günü olmasın düşünür, hep.
Dod’un babası annelerinin yokluğunda bile altı çocuğunu bakmış, büyütmüş olağanüstü bir insan.
Bu düşünce yayılmaya ve kabul görmeye başlar.
Ve ,Babalar Günü ilk kez 19 haziran 1924’ kutlanmaya başlar. Zamanın ABD Başkanı Colvin Coolin’de kutlamayı benimser ve destekler.
Daha sonra bir çok gelişme sonucu Haziran’ın son Pazar günü benimsenerek resmileşir. Ve zamanla dünyaca benimsenir.
Ünlü ozanımız Can Yücel der ki:
“Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çırpı bacaklarıyla ha düştü, ha düşecek,
Nasıl koşarsa ardından bir devin,
O çapkın babamı ben öyle sevdim”
Benim Babam (Muharrem)
Babamlar dört kardeşmiş memlekette. Göç etmeden önce, Onların babaları da değirmenci imiş. Bir gün , biri değirmene gelir ve cenazesi olduğu için dedeyi çağırır ve acele olmasını ister. Dede çok işi olduğunu gelemeyeceğini anlatır. Aralarında çıkan tartışma dedenin öldürülmesiyle son bulur. Çocuklardan biri de o adamı halleder. Dede aynı zamanda cami hocasıdır.
Ama o zaman yakınları bu kardeşin peşine düşer. Eve baskınlar düzenlemeye başlarlar. Bir süre zar zor da olsa saklanır. Sonunda kaçar memleketten. Daha sonra Amerika’ya gittiği duyulur. Uzunca bir süre sonra Konsolos aracılığı ile aranır; sorulur, soruşturulur. Tüm aramalara rağmen ulaşılamaz.
Kalanlar çok sıkıntılı günler geçirir. Bunalırlar. Ve Anavatana göçe karar verilir. Ve o sıkıntılı yolculuk başlar. Sanırım mübadele yılları. Bir gemiyle yola çıkılır. İçleri dışlarına çıkar ve bir ay kadar sürer yolculuk. Manastır ili , Florina Sancağı, Kesriye ilçesi Galişta Köyünden Maraş’ın bir köyüne iskan edilmişlerdir.
Köyün yerlileri bunları iyi karşılamaz. Gavuristan’dan geldikleri için selam bile vermezler. O günler de kolera salgını vardır; cenazeler kaldırılır bu nedenle. Bizimkiler uyum sağlayamaz.
O günlerde bir memleketlileri Vize’ye göç etmiştir. Ve bizimkilere sık sık mektup yazar. Burası çok güzel, bizim oralara benziyor diye övgüler düzer ve bizimkileri de oraya çağırır.
Oradan önce Adana’ya, daha sonra İzmir’e sanırım kaçak olarak ulaşırlar. İzmir’de akrabaları vardır. Oraya uğrarlar dönerken. İşletmeleri için bir otel tahsis edilmesine rağmen ikna olmazlar.
Ve Vize’de alırlar soluğu.
İlk günler, çiftçilik, ve hayvancılık yaparlar…
Arabacılık dediğim taşımacılık. O zamanlar yol yok, otolar yok. Taşımacılık ancak at arabalarıyla mümkündü. Kardeşlerden Faik amca bu işi yüklenmişti.
Bir kış günü Demirköy’e yolcu çıkar. At arabasıyla yola çıkarlar. Demirköy’e yaklaştıkça dağlar yükselir. Ormanlar sıklaşır. Soğuk ve bol kar yağar bu ilçede.
Neyse ilçeye varıp yolcular bırakılır ve yine arabayla geri dönülecektir. İlçeden çıkar çıkmaz fırtına ve kar başlar. Yani tipi. Faik amca yoluna devam eder. Zor-zor İslamköy’e ulaşır. Donmak üzereyken köylüler yardımcı olur. Bir kahveye taşınarak ve donmuş bölgeler ovuşturularak, zar-zor kendine gelir. Ciğerlerini de üşütmüştür. Yıllar sonra bu hastalıktan hayatını kaybeder.
Şimdiki adı Gazi Mahallesi olan o zamanki adı Seyit Kasım Mahallesine yerleşirler. Vizeliler o mahalleye Karşı Mahalle derlerdi… Vize’de var olan iki handan birinin aileye verilmesini sağlar.
Bilindiği gibi o yıllarda özellikle köylerden iş için ya da pazara atlarla eşekle ve arabalarla Bir gelinir,ve hanlarda konaklanırdı. Arabalar için boş bir alan, havyanlar için ahırlar, kahve bölümü ve üst katlar otel olarak kullanılırdı.
Bir cadde üzerinde olan çarşının en önemli yerindeydi o han. Çok görkemli değildi ama iş görüyordu. Ayrıca, bir terzi dükkanı, bir samanlık, merdiven altında bir fotoğrafçı, kahvenin bir köşesinde bir berber. Kapı önündeyse, bir leblebici, bir de
bileyci bulunmakta idi.
Hanın tam karşısında hükümet konağı yer alıyordu. Çay kahve gereksinmeleri bizden karşılanırdı. Bu binanın acıklı öyküsüne daha sonra yer vereceğim.
-----------------------------------
Bu konuda yeğenim Levent Çolak’ın edindiği bilgiler:
Bilgisayardan göçmen kayıtlarından elde ettiğim bilgi.
Hafız Bekir oğlu Recep, Muharrem, Fayık ve anneleri Esma 1924 mübadelesinde Gülcemal vapuru ile Türkiye’ye geldiler.Geldikleri yer Osmanlı kayıtlarında şöyle gösteriliyor. Manastır İli, Florina Sancağı, Kesriye Kazası, Galişte Köyü. Yeni Türkiye Cumhuriyeti devleri onları Kahraman Maraşta ismini bilmediğimiz bir yerde iskan ediyor. Ancak oranın halkı bu göçmenleri Türk ve Müslüman olarak görmüyor. Yunanistan’da pis Türk olan zavallılar Türk vatanında pis gavur oluyorlar. Bu muamelelere razı olamayan Recep Vize’deki arkadaşlarıyla mektuplaşarak oradaki devletin verdiği malları satar, kardeşlerine ve annesine sahip çıkıp onları Vize’ye getirir. Sonra hancılık başlar. Daha da eskilere gidersek
dedemden dinlediğimiz kadarıyla Balkanlar’a Fatih Sultan Mehmet zamanında Konya-Karaman’dan göçtüğümüzdür. (Bilgilerin bir kısmı internetten bir kısmı dedemden edinilmiştir.)
Babam sessiz sakin, evine çocuklarına düşkün Çalışkan bir insandı. bir insandı.Sabah erkenden Han’a gider, gece yarıları dönerdi..Kendisi geceleri bazen evde kalınca çok sevinirdik. Bizimle ilgilenirdi çünkü.
Şimdi de bir başka şiir:
“Baba!
Her yıl başında
Sana söyleyecek
Bir tek
Sözüm var:
‘Seni ne kadar çok seversem
O kadar
O kadar çok olsun ömründen geçen yıllar…’
Baba!
Babam, Ağabeyin, kardeşim, arkadaşım!
Ne zulüm, ne ölüm, ne korku
Başımı eğemez!
Yalnız senin elini öpmek için
Eğilir başım,”
Nazım HİKMET
-----------------
Rahmetli babamın ve tüm babaların geçmiş gününü en içten dileklerle ben de bir baba olarak kutluyorum.